Saturday 9 July 2011

Fanoncu ilkeler ve apartheid sonrası Güney Afrika’da mekân siyaseti-Gecekondu hareketi meydan okuyor:

Nigel Gibson, Sendika

Ulus, devrimci liderlerin üzerinde çalıştığı programda değil… erkeklerle kadınların kaslarında ve zekalarında var olur.
Fanon, (Les damnés-Yeryüzünün Lanetlileri)


Apartheid [ırk ayrımcılığı rejimi; ç.n.] sonrası Güney Afrika’daki Fanoncu ilkelerden söz etmek için, öncelikle yöntem sorunu hakkında muhakkak birbirinin aksi istikamette olmayan iki biçimde düşünmek gerekir. Bunu öncelikle, Fanon’un kendi dönemindeki Güney Afrika bağlamındaki sömürgecilikten çıkış (dekolonizasyon) eleştirisinin bakış açısından; ikincisi, yeryüzünün lanetlilerinin felsefeye meydan okuyan, yeni yükselen hareketlerinin bakış açısından yapmalıyız.

Ayrıca, felsefe –sadece pratik felsefe değil, ama elementer kurtuluş felsefesi- yeryüzünün lanetlilerinin kurtuluş savaşlarında daima mevcut olduğu için, fikirsel alışverişler ayaklarını dışlanmışların, kenara itilmişlerin ve insanlıktan çıkartılmışların hem özgürlük savaşlarına hem de yaşanmış deneyimlerine bastığı ve Marks’ın da dediği gibi, felsefe, kitleleri yakaladığı zaman, felsefi bir moment de sesini duyurmaya başlar. Çoğunlukla gizlenmiş, yeraltına çekilmiş ve zapt-ı rapt altına alınmış olan bu diyaloglar, aynı zamanda bir kurtuluş felsefesi olarak da adlandırılabilecek olan felsefeyi oluştururlar.

Ölümünden bu yana, Fanon’un kurtuluş felsefesinin hayata geçirilmesi birçok biçime büründü. Örneğin, James Cone’un ABD’deki “Black Theology of Liberation” (“Siyah Kurtuluş Teolojisi”) ya da Paulo Friere’nin Brezilya’daki “Ezilenlerin Pedagojisi”nin akisleri dikkate alınabilir (Cone 1986, 1997; Friere 1970). Bunların her biri bir kurtuluş kuramcısı olarak Fanon’dan önemli ölçüde yararlandılar.

Ancak Afrika kıtasındaki belki de en önemli Fanon pratikçisi, Güney Afrika’daki Steve Biko idi. Biko, Fanon’un projesini yeni bir bağlamda genişletti ve “Siyah bilinci” bir kurtuluş felsefesi olarak geliştirdi. Bu makalede Fanon’un kurtuluş felsefesine yeni hareketler, özellikle de gecekondu hareketi Abahlali baseMjondolo hareketi tarafından nasıl aşağıdan bir meydan okumanın gerçekleştiğini ve bu hareketlerin, Fanon’un mekan siyasetine verdiği önemi nasıl somutlaştırdığını ele almak istiyorum.

Fanon’un kurtuluş felsefesi, özgün bir fiziksel mekandan doğar, ama “gerçekliğin” de kendisine özgü bir zamanı vardır ve o halde Fanon’un çalışmasının formu “geçici olanda kök salmıştır” (1967 104, 14). Fanon, “her insani sorun, zamanın bakış açısından ele alınmalıdır” diye eklemiştir (1967 14-15).

Yine de yeni sömürgeci/sömürge sonrası bir dönemde, zamana hapsolmuş durumdayız. Ayrıca şimdiki zaman da, Fanon’un keşfinin oldukça uzağındaymış gibi görünüyor. Aslında, Fanon’un zamanından bu yana öyle çok şey değişti ki Fanon’un artık geçerli olmadığını hatırlatmak moda haline geldi. Elbette, günümüzün küreselleşmiş, “ırk sonrası” liberal “kozmopolit” dünyasında, Fanon’un son derece canlı biçimde tarif ettiği sömürgeler dünyası artık geçerli değildir. Nihayetinde, Güney Afrika’da, apartheid, yani sömürgesel terörizmin savunma duvarı resmen yıkıldı.

Bu “yıkılışı”, Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) izin verilen ilk seçimi kazandığı 1994 Nisan ayı ile tarihlendirebiliriz. Hatta, Mandela’nın 11 Şubat 1990’da Victor Verster Hapishanesi’nden salıverildiği tarihi, 1986’da [siyahlara uygulanan; ç.n.] geçiş kağıdı yasalarının kaldırılmasını ve benzerlerini de kapsayan bir takvim bile oluşturabiliriz. Güney Afrika’nın yeni anayasasını; bu anayasanın haklarla ve özgürlüklerle ilgili garantilerini gözden geçirebilir, başarılı siyasal seçimlere ve Güney Afrika ekonomisine bakabiliriz ki bunların hepsi Fanon’un hatalı olduğunu kanıtlıyor gibi görünmektedir. Sorun şudur, Fanon’un geliştirdiği eleştiri basit bir biçimde eskimiş midir? Aslında kimileri Fanon’un kurtuluş felsefesinin çağdaş gerçeklikler bakımından hala geçerli olup olmadığını merak ediyor olabilirler.

Yine de, Ganalı Fanon yazarı Ato Sekyi-Otu, Fanon’un “Marksist analizde yaptığı küçük revizyonların” kendisini, egemenliğin yapısındaki mekânsal benzetmeleri öne çıkartmasında ifade ettiğini güçlü bir biçimde iddia etmektedir. O halde, Sekyi-Otu’nun Fanon’un “esnetilmiş Marksizm” okuması, eşitsizlik ve mülk sahipleriyle mülk sahibi olmayanlar arasındaki keskin karşıtlık eleştirisine ek olarak, sömürgeci-sömürgeleştirilen ilişkisinin içerdiği “birbirlerinden mutlak anlamda farklı olma ve keskin karşılıksızlığının” ifadesini mekanda bulduğunu vurgulamaktadır (Sekyi-Otu 72-73).

Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri’nde, ezilenlerin kelimenin gerçek anlamıyla bütün yönlerden sıkıştırıldığını ve hareket özgürlüğünü sadece kas cesaretiyle ilgili hayallerinde bulabildiklerini ileri sürmüştü. Çünkü Sömürgecilik aynı zamanda mekânsal bir sıkıştırma, kısıtlama ve yasaklama deneyimidir, yoksulluğun, ezilmişliğin ve boyun eğdirilmenin dar dünyasıdır. Fanon’un geliştirdiği, bir yanda ışığın ve bolluğun, açık ve muhkem biçimde inşa edilmiş sömürgecinin kenti ve öte yanda kramplı baskıcı açlığın “yerli kenti” tanımı (1968 39); sömürgesel dünyanın uzlaşmaz ikilikleri, – en yüksek ifadesini apartheid’da bulan sömürgeci ile sömürgeleştirilen arasındaki mutlak farklılıklar ile birlikte- bu yüzden açık ifadesini mekansal gerçekliklerde bulur. Sömürge dünyasında “mekân ve mekân siyaseti toplumsal ilişkileri ‘ifade eder’ ve bu ilişkiler karşısında tepki gösterir” (Lefebvre 2003 15). Kompartmanlara ayrılmış, bölünmüş sömürgesel dünyanın sosyo-ekonomik mekânsal gerçekliği insani gerçeklikleri asla maskeleyemeyeceği için, bu bölünmeye dair bir inceleme –yeni “sömürgesel dünyanın… düzeni ve coğrafi planı”- Fanon’a göre, “sömürgecilikten arınmış bir toplumun üzerinde yeniden örgütleneceği çizgileri çizmemize izin verecektir” (1968 38-40). Bir başka deyişle, toplumsal ilişkiler kendilerini mekânda ifade ettikleri için, apartheid sonrası toplumun tabi olduğu sınavlardan birisi, Güney Afrika’nın mekânsal anlamda ne ölçüde yeniden örgütlenmiş olduğudur. Bu bakımdan, kentin “ırksallıktan arındırılmasının” tam aidiyet ve haklara para ile ulaşılması ve “konut sağlama görüntüsü altında, yoksulların kentsel alanlardan çıkartılmasını amaçlayan kentsel politikalarla birlikte köklü anlamda “burjuva” bir olgu haline geldiği oldukça açıktır.

Bir başka deyişle, gecekonducular, kentsel yerleşimleri yaratarak, apartheid çökmeye başlarken kendileri için bir ölçüde özgürlük yaratmışlardı ama apartheid sonrası siyaset, bu kent yerleşimlerini ortadan kaldırma planları ile birlikte, daha önceki dönemin keskin ikiliklerine geri döndü. “Resmi” yapılar yaratma saplantısı ile hükümetin 1994’ten bu yana iki milyon barınma birimi inşa etmiş olması bize yoksullar için inşa edilen bu evler hakkında pek bir şey söylememektedir. Bu korkutucu derecede küçük ve kötü inşa edilmiş, adına ev denilen yapılar, yoksulların kent merkezlerinden tahliye edilmesine dayanır; burjuva gözlerin ve korkuların uzağında, kentsel mekânların dışında inşa edilmişlerdir: Yoksullar ötekileştirilmişlerdir, davetsiz kimselerdir ve gecekondu toplulukları parçalanmıştır. Yani apartheid sonrası konutlar, bunlar ister güvenlikli siteler olsun, isterse geçici teneke gecekondular, mekansal parçalanmayı pekiştirmiştir. Kent plancılarının, kentsel siyasa teknisyenlerinin, gayrı menkul spekülatörlerinin ve FIFA (Dünya Kupası) yöneticilerinin zihinlerinde, “dünya klası” bir kent, el altındaki gecekondu yerleşimleriyle inşa edilemez. Üstelik gecekondu yerleşimleri ve orta sınıf konutları yan yana da duramaz.

Ve tıpkı diğer mutenalaştırma planlarında olduğu gibi, yoksullar, “ıslah etme” örtüsü altında, kentten “tahliye edilirler”. Apartheid’ın dilini kullanmak gerekirse, bu “zoraki tahliyeler” ANC’nin kentsel gecekondu yerleşimlerinde yaşayan milyonlarca insanı “geçiş kamplarına” ve diğer sözüm ona “geçici” teneke gecekondu konutlara tahliye etmekle tehdit eden mevcut “gecekondu temizleme” programlarının sonucudur.

Yani Fanoncu pratiklerde söz konusu olan, basit bir biçimde hükümetin başarısızlıklarının ve konut ihtiyaçlarını basit sayılar olarak karşılama konusundaki yeteneksizliğinin değil, apartheid sonrası Güney Afrika’nın apartheid’ın “düzenini ve coğrafi planı”nı yeniden haritalandırma biçimlerinin eleştirisidir (bakınız Robinson 1997).

Sömürgecilik mekâna el konulmasıyla ilgili olduğu için, dolaysız biçimde siyasi niteliktedir. Fanon, mekan siyasetine işaret ederken, bağımsızlıklarına yeni kavuşan devletlere, sömürgeciliğin mirasıyla, toprakları yeniden dağıtarak ve siyasi iktidarı dikey ve yatay anlamda adem-i merkezileştirerek uğraşmaları için meydan okumuştur. Bu girişim Fanon’un bölgeselcilik ve şovenizm eleştirisi ve yabancı düşmanlığı tehdidi bağlamında sezgilere aykırı gibi görünmektedir, ama esas olan nokta, ulusal kurtuluşun yozlaşmasının kısmen, ırkın, sömürgeci yönetim ve el koyma merkezlerinin ayrıcalıklarına dokunmadan iktidar koltuklarını devralmalarından kaynaklanmış olmasıdır. Ayrıca, Güney Afrika için, Fanon’un getirdiği eleştiri, ANC’nin merkeziyetçi ve hiyerarşik kültürüne karşı da önemli bir meydan okuma oluşturmaktadır.

Fanon’un dediği gibi, adem-i merkezileşme basit bir idari ya da teknik konu değildir; yeryüzünün lanetlilerini Abahlali hareketinin “yaşayan siyaset” olarak adlandırdığı şeye dâhil etme hedefi ile bağlantılı bir şeydir. Daha önce dışlanan ve yeni yeni politikleşen insanlara geleceğin kendilerine ait olduğunu, hayali bir lidere, peygambere ya da başka birine güvenemeyeceklerini anlatmak, (1968, 197), siyasetin âdem-i merkezileştirilmesini zorunlu kılar. Ama aynı zamanda yükselen hareketler bunu talep etmekte ve entelektüellere seçkinciliklerini kırmaları ve yeni kavramlar üzerinde çalışmaları için meydan okumaktadırlar.

2005’te Durban’da doğan gecekonducular hareketi, Abahlali baseMjondolo (Zulu dilinde gecekondu halkı) tüm ülkeye yayılan üyeleriyle Güney Afrika’nın en büyük özerk taban örgütlenmesi haline gelmiş durumdadır.

Neredeyse hiçbir şeyleri olmayan insanlar tarafından sürüklenen, gündelik bir yükseliş ve oluşma durumu içinde olan gecekonducular hareketi, sömürgecilik sonrası bir hakikati temsil etmekte ve sözcüğün en Fanoncu anlamıyla sömürgecilik sonrası ahlakının bir eleştirisini sunmaktadır. Sonuçta, yeryüzünün lanetlileri serveti, sadece evlerinin içindeki borular, musluklar ve tuvaletlerle değil, gerçekten demokratik ve içermeci bir hareket yoluyla gelişen insani karşılıklılık ve insani ilişkilerle yargılamaktadır. Bu, düşünceyi, adını koymak gerekirse gecekondu topluluklarında kolektif biçimde ve sürekli bir temelde gerçekleştirilen düşünceyi inşa eden ve vurgulayan bir servettir. Onların siyaseti, en alttan başlayan ölçeğin yaşanmış deneyiminin siyasetidir. Yerleşimlere gelerek yoksulların en yoksullarını dinleyen “yukarılardaki” siyaset yapıcılarına meydan okumakta ve böyle yaparak da yeni bir diyalog dilini teşvik etmektedir. Gecekonducular hareketi iç içe geçmiş hane ve topluluk ölçeğini ulusal siyasetle özdeşleştiren açık ve dolaysız bir örneği temsil etmektedir ve Fanon’un getirdiği eleştiriye ve sömürge sonrası mücadelenin radikal anlamda insancıl, adem-i merkezileşmiş ulusal hedeflerini gerçekleştirme çağrısına yanıt vermektedir. Fanon’un devrimci teorisi aynı zamanda mekânın farklı biçimde üretilmesini de gerekli kılar.

Abahlali, Fanon’un “gelecekteki cennetine” eşit olmayabilir ama katılımcı demokratik, âdem-i merkezi ve içermeci formlarıyla o, zımnen “yeni toplum” fikridir. En azından, bilişsel sıçramalar yaratmaya katkıda bulunmak üzere hareketle ilişki kuran ve kurtuluş felsefelerini yeniden düşünen teorisyenlere karşı bir meydan okumadır. Bu yeni örgütlenmenin gerçekten yeni olan tarafı, gündelik mücadelede yeni bir başlangıcı ifade etmesidir ve parlaklığı da taban demokrasisinde ve “kendi işleyen varlığını” oluşturan “yaşayan siyaset”inde yatar. Örneğin, toprak ve barınma, sömürgecilikten arınmış bir toplum mücadelesinin yaşamsal öğelerini oluştururken, mücadelenin nihayetinde herkesin insanlığını kabul eden mekânların inşasıyla ilgili olduğunu teyit etmektedir.

Kısacası, gecekonducular kentte yaşama haklarını seslendirmekte, vatandaşlık düşüncesini sorgulamakta ve aktif bir demokratik siyaset konusunda ısrar etmektedirler. Bu anlamda, bu örgütlü gecekonducular, örneğin yerleşimlere hizmet sunulmasını isteyen, yerel ve reformist gibi görünen, ama aynı zamanda radikal ve ulusal nitelikte olan, tabandan yükselen yeni türden bir içermeci siyaseti ifade etmektedir. Ne “devletin” eleştirisi hakkında, ne de politik ekonominin eleştirisinin diliyle konuşmaktadırlar ama yine de devletin güttüğü siyaseti ve Fanon’un ilgi konusunu oluşturan, sömürgecilik sonrası toplumun mekânsal politik ekonomisini hedef almaktadırlar: gecekonducular kentte barınma hakkı taleplerini elde ederlerse–ve Durban’da AbM ile kent yönetimi arasındaki görüşmeler hala devam etmektedir- ve barınma siyaseti yoksullarla tam anlamıyla demokratik ve açık tartışmalara dayandırılırsa, kentin mekansal ve politik ekonomisi radikal biçimde değişebilir ve apartheid sonrası sosyal bilinçte köklü bir kayma ve onun mekansal ekonomisine yönelik de belirleyici bir müdahale gerçekleşmiş olur. Bu kayma bakımından ve “kentsel mekânın yeniden kavramsallaştırılması” için yaşamsal olan şey (Lefebvre 2003 15), teknokratik devlet planlamasından “taban kentsel planlamasına” doğru bir hareketin gelişmesi olacaktır (Souza 2006).

“Ayakların baş ve başların ayak” (Fanon 1968 37’de alıntı) olacağı böylesine radikal bir bilinç değişimi, aklın coğrafyasında bir kayma yaratacaktır: - ‘özel çıkarlar adına karar verenlerle yüksek kurumlar ve iktidar adına karar verenlerin kendi aralarında” yönlendirdikleri (Lefebvre 2003 157)- seçkinci ve teknik kamusal hizmet sunumu tartışmalarının, yakın zamanlara değin, pis, eğitimsiz, yoksul, vahşi, suçlu, tam olarak insan olmayan, yeryüzünün lanetlileri olarak adlandırılanların zihinleri tarafından yönlendirilen halkın ihtiyaçlarıyla ilgili bir tartışmaya doğru kaymasını teşvik edecektir. Bu ikili hareket –kentin metadışılaştırılması ve “vatandaşın, gündelik hayatın talepleriyle bağlantılı olan yeni hakları (Lefebvre 2006 250), kentin fetişleştirilmesinin son bulmasıyla sonuçlanacaktır: bu da Güney Afrika’da “dünya sınıfı” kentler yaratmaya dönük Kuzeyli-merkezli seçkin söyleminde bir kayma oluşturacaktır. Ancak insanlığın “aşağı bölümünün” bilinçli eyleminin içinden yükselen bu hareket, ne kolay olacak ne de bir seferde gerçekleşecektir. 2009 Temmuz ayında yeni bir isyan ve şiddetli bastırma dalgası başladı. Kitlesel tutuklamaların yanı sıra, bir dizi insan öldürüldü. Richard Pithouse (2009) “Burada” diye yazıyor, “siyah yoksulların hayatlarına verilen önem, önemsizle hiç arasında gidip gelir. Polis tarafından öldürülen ya da yaralanan protestocuların kaderi, seçkinlerin kamusal alanına intikal ettiğinde bile ölenler genellikle isimsiz kalmaya devam ederler.”

Aslında Abahlali, isyanın 2004'ten beri kabarıp sönmekte olan daha eski bir döneminde ortaya çıktı. İsyanlar gereklilikten–aslında gündelik gerçekliği ve tarihsel zorunluluğu olan aciliyet durumu – ve apartheid sonrası kent kurgularına, insan ihtiyaçlarına dayalı insancıl coğrafyalar doğrultusunda meydan okunması temelinde yükseliyor. 2008’de yabancı düşmanı şiddet ülke çapındaki gecekondu yerleşimlerine yayıldığında, diğerleri kararsızlık içinde kalırken, Abahlali’nin tepkisi, hiç kimsenin yasadışı olmadığını, herkesin önemli olduğunu ve “insanın yasadışı olamayacağını” oldukça basit bir biçimde ilan ederek eyleme geçmek olmuştu. “İnsan nerede olursa olsun insandır”.

Sonuç yerine

Örgütlü gecekonducular “Abahlali Üniversitesi” olarak adlandırdıkları bir öz-örgütlenme altyapısı geliştirdiler. Bu yeni tür bir örgütlenme: dışarıdan değil, yukarıdan değil, gecekonduculardan ayrı değil, öz-örgütlenmeye dayalı ve âdem-i merkezileşme, özerklik, taban demokrasisi ve hesap verme konusunda ısrarcı bir örgütlenme. Dayanışma eylemlerini takdir ediyor ama hükümetten ve hükümet dışı gruplardan para ve siyasi destek almıyor. Fanon’un onu anladığı biçimiyle “yaşayan bir organizma” niteliğinde olan bir örgütlenme. Gecekonducular onu yaşayan siyaset olarak adlandırıyorlar ve Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’nde belirttiği harekete bağlı aydınlar ve eylemcilere yönelik bir tür meydan okumayı, adını koymak gerekirse, bu aydınların kendilerini “halkın okuluna” sokma ihtiyaçlarını ortaya koyan bir meydan okumayı temsil ediyor. Yoksul insanların kendi siyasetleri hakkında düşünme yeteneğine sahip olduklarını aktif biçimde inkâr eden kimi solcu, genellikle de Kuzeyli aydınların seçkinciliklerini deneyimledikten sonra, Abahlali’nin seçilmiş başkanı S’bu Zikode, şöyle demişti:

"Her zaman aydının görevinin yoksullarla birlikte düşünmek ve mücadele etmek olduğunu düşündük. [Kimileri] için entelektüelin görevinin zekâmızı küçümsemeye çalışarak zekâmızı belirlemek olduğu açık. Bu onların siyaseti. Sonuçları belli. Dünyaya kendimiz adına düşünemez ya da konuşamaz insanlar gibi gösterildik” (Zikode 2008).

Abahlali’nin “Yaşayarak Öğrenme” dediği tartışmalarda yaşamsal önem taşıyan şey, gecekonduların dışında okullarda ve üniversite derslerinde öğrenilen her şeyin yararlılığının gecekondulardaki halkın mücadelesinin yaşayan deneyimi ile yargılanması ilkesi. Yani bilgi ne özel mülkiyet olarak, ne de kişisel ilerleme aracı olarak görülüyor: bilgi, “en kötü durumda olanları” merkeze koyarak, aklın coğrafyasında yaratılan bir kayma ile başlayan paylaşılmış bir macera olarak görülüyor.

Fanon’un sömürge sonrası seçkin siyasetine yönelik hayali eleştirisi, dışlananlar için aşağıdan yukarıya doğru siyasetin yeni alanlarını açan adem-i merkezi ve demokratik bir öz-yönetime dayalı bir “yaşayan siyaseti” resmediyordu. Yani, Fanon’un projesi, politik statükoyu köklü biçimde değiştiren ve yönetici seçkinlerin ahlaki ve entelektüel liderliğini fetheden alanlar açan bir karşı hegemonyayı aşağıdan yukarıya doğru inşa etmek olarak adlandırılabilir. Yakın zaman önce Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’ne yazdığı sonuçlar –Avrupa’ya yönelik meydan okuyuşu, içermeye dayalı “yeni bir hümanizm” için çalışma çağrısı, aslında “aydınlatıcı ve verimli” ulus inşası çalışması (1968 204)—Abahlali hareketinden S’bu Zikode tarafından somut biçimde yeniden ifade edildi (2009): “Bizlerin hizmet sunumuna ihtiyacı olan hizmet kullanıcıları olmamız bir şeydir. Kentlerimizin, hatta ülkemizin geleceğini biçimlendiren vatandaşlar olup olmamamız başka bir şeydir. Dünyayı insanileştirmenin görevi olduğuna karar vermiş olan insanlar olup olmamamız ise bambaşka bir şeydir.”

Kaynakça

Abahlali baseMjondolo. 2009. Http://www.abahali.org, 4 Temmuz.

Armah, Ayi Kwei.1968. The Beautyful Ones Are Not Yet Born. London: Heinemann

Bhabha, Homi K. 2005. Foreword to Frantz Fanon The Wretched of the Earth (translated by Richard Philcox) New York: Grove Press.

Biko, Steve. 1978. I Write What I Like. London: Heinemann.

Biko, Steve. 2008. Interview with Gail Gerhart (October 1972) in Biko Lives: Contesting the Legacies of Steve Biko edited by Andile Mngxitama, Amanda Alexander and Nigel C. Gibson. New York: Palgrave.

Cabral, Amílcar. 1970. Cabral Revolution in Guinea New York: Monthly Review.

Cone, James H. 1986. A Black Theology of Liberation (Maryknoll NY: Orbis Books [1970])

Fanon, Frantz. 1967. Black Skin White Masks. (Türkçe’de: Siyah Deri Beyaz Maskeler) New York: Grove Press.

Fanon, Frantz. 1968. The Wretched of the Earth (translated by Constance Farrington) (Türkçe’de Yeryüzünün Lanetlileri), New York: Grove Press.

Freire, Paulo. 2000. Pedagogy of the Oppressed New York: Continuum [1970]. ‘Türkçe’de Ezilenlerin Pedagojisi).

Freire, Paulo. 1978. Pedagogy in Process: The Letters to Guinea-Bissau New York: Seabury

Gibson, Nigel C. 1999 Rethinking Fanon. Amherst, N.Y.: Humanity Books.
Gibson, Nigel C. 2003. Fanon: The Postcolonial Imagination.

Gibson, Nigel C. 2007. “Relative Opacity: A New Translation of Fanon’s Wretched of the Earth—Mission Betrayed or Fulfilled?” Social Identities Vol. 13, No. 16, January.

Huchzermeyer, Marie. 2004. Unlawful Occupation: Informal Settlement and Urban Policy in South Africa and Brazil. Trenton NJ: Africa World Press.

Huchzermeyer, Marie. 2008. “Slums law based on flawed interpretation of UN goals.” Business Day May 18.

Kovel, Joel. 2007. The Enemy of Nature, London: Zed Books.

Lefebvre, Henri. 2003. The Urban Revolution. Minneapolis: University of Minnesota Press.

Ntseng, David & Mark Butler, 2007. Minutes of the Abahlali baseMjondolo meeting to Discuss Legal & Political Strategies to Oppose the Slums Bill [online]. Available at: http://abahlali.org/node/1718

Pithouse Richard. 2009. “Burning message to the state in the fire of poor’s rebellion,” 23 Temmuz.

Pithouse, Richard. Forthcoming. “A Progressive Policy without a Progressive Politics: Lessons from the failure to implement ‘Breaking New Ground’” Town Planning Journal No. 54.

Sekyi-Otu, Ato. 1996. Fanon’s Dialectic of Experience. Cambridge: Harvard U.P.

Souza Marcelo Lopes de. 2006. “Together with the state, despite the state, against the state: Social movements as ‘critical urban planning agents’” City, Vol.10, No. 3, December, 327-342

Zikode, S’bu. 2008. “The Burning Issue of Land and Housing”
http://www.diakonia.org.za/index.php?option=com_content&task=view&id=129&Itemid=54

Zikode, S’bu. 2009. “Meaningful Engagement,” http://abahlali.org/node/5538